TANZİMAT 2. DÖNEM EDEBİYATI
Batı uygarlığıyla yetişen Tanzimatçıların ikinci kuşak sanatçıları, Modern Türk Edebiyatı’nın yolunu açarlar.
Birinci dönemin “toplumcu sanat anlayışı”nı bırakıp “sanat için sanat” anlayışıyla mutlu bir azınlığın edebiyatını oluştururlar.
II. Dönem Tanzimat sanatçıları, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Sami Paşazade Sezai’dir.
Bu sanatçılar, eserlerini II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimi altında vermeye çalışmışlardır. Bu dönemde Batı edebiyatı örnekleri daha başarılı bir şekilde ortaya konmuştur.
II. Dönem Tanzimat sanatçılarının sanat anlayışları şöyle özetlenebilir:
Ağırlaşan siyasi şartlar yüzünden “Sanat için sanat” anlayışını benimsemişlerdir.
Toplumsal konuları değil aşk, sevgi, ayrılık, düş kırıklığı gibi bireysel konuları ele almışlardır.
Divan edebiyatının etkisi azaldığından edebiyatta yenilik hareketleri belli bir düzeye ulaşmıştır.
Özellikle Abdülhak Hamit Tarhan şiirde yeniliğin öncüsü olmuştur.
Şiirde biçim yönünden divan edebiyatının etkisi kırılmıştır. Ne var ki yine de ağır bir dil kullanılmıştır.
Şimdi II. Dönem Tanzimat sanatçılarını ele alalım:
RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847-1914)
Edebiyatımızın yenileşme ve gelişmesinde büyük emeği olan yazarlarımızdandır. Gençlere edebiyatı öğretme gayreti içinde olmuştur. Tanzimat ve Batı edebiyatı değerlerinin yayılmasına çalışır. Edebiyatımızdaki Batılılaşma hareketinin etkinleşmesinde önemli bir yeri olan Recaizade Mahmut Ekrem, Servetifünun edebiyatının temellerinin atılmasına büyük katkı sağlamıştır. Yeniliğin savunucusu olan sanatçı, eserlerini “sanat için sanat” anlayışıyla yazmıştır. “Zerratten şümûsa kadar her güzel şey şiirdir.” düşüncesiyle Türk şiirinin konusunu genişletmiştir. “Kelebek, ödünç alınmış kitap içinde bulunmuş çiçek, yaprak, yatağında kitap okuyan kadın, kuzu otlatan kız” gibi çok farklı konular onun şiirinde kendisine yer bulmuştur. Divan şiirinin temel ilkelerinden olan “Göz için kafiye” anlayışını terk ederek “kulak için kafiye” ilkesini benimsemiştir. Bu yüzden eski edebiyatı savunanlarla tartışmalara girmiştir. Özellikle Muallim Naci ile yaptığı kafiye tartışmasıyla ünlenmiştir. Recaizade Ekrem’e göre şiirin tek amacı olan güzellik, tabiatta ve insanda gizlidir. Tabiat ve insan konulu şiirlerini duygu, hayal ve düşünce ekseninde ele almıştır. Şiirde doğal, düzgün ve külfetsiz bir dil kullanma amacındadır. Söyleyişte güzelliğe, inceliğe ve ahenge önem vermiştir. “Kafiye ve vezin”e önem vermiştir. Ancak şiiri güzelleştirmekte kafiyenin, vezinden daha ön planda olduğuna inanmıştır. O, “Şiirin, şairin istediği zaman değil, ancak ilham perisinin geldiği zaman doğacağına” inanmıştır. Şiirlerinde divan edebiyatı nazım biçimlerini kullanmıştır. Bu klasik biçimler üzerinde zaman zaman değişiklikler yapmıştır. Şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. Bir ara heceyi de denemiştir. Oğlu Nejat’ın ölümü onu derinden sarsmıştır. Bu yüzden şiirlerinde elem ve hüzün ağır basmaktadır. Divan edebiyatının etkisinin görüldüğü dilinde halk edebiyatının ve Fransız edebiyatının izlerini görmek de mümkündür. Güçlü bir edebiyat eleştirmeni olan sanatçının şiirleri, çok da başarılı değildir. Şiirleri nazım tekniği yönünden kusurlar içerir. Şiirlerinde vezin ve kafiye gereği yazılmış, sanat zevkinden yoksun dizeler vardır. Recaizade Mahmut Ekrem, Fransız edebiyatının romantik şairlerinden şiir çevirileri de yapmıştır. Şiirin dışında roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, hatıra, inceleme, çeviri türlerinde eserler de vermiştir. Nesirlerinin dili, şiirlerinde kullandığı dilden daha başarılıdır.
Eserleri:
Roman: Araba Sevdası
Hikâye: Muhsin Bey, Şemsa
Tiyatro: Afife Anjelik, Çok Bilen Çok Yanılır, Vuslat, Atala
Şiir: Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebâb, Pejmürde, Zemzeme
Eleştiri: Takdir-i Elhan
Düzyazı: Talim-i Edebiyat (Edebiyat Bilgileri)
Araba Sevdası
Türk edebiyatındaki ilk realist romandır. Mahmut Ekrem, bu romanında yanlış Batılılaşma anlayışını mizah ögeleriyle gözler önüne serer. Roman, Batılılaşmayı yanlış anlayan, kendi kültürüne yabancılaşmış bir genç olan Bihruz Bey’in yaşadıklarını anlatır. Babası ölünce Bihruz Bey ile annesine büyük bir miras kalır. Bihruz Bey, kendisine kalan paranın hiç bitmeyeceğini sanarak kendini eğlenceye kaptırır. Gösteriş olsun diye cebinde Fransızca dergiler taşır. Cümlelerinin arasına “bonjur, bonsuvar” gibi Fransızca kelimeler sıkıştırır. En büyük tutkusu faytonla gezmektir. Romanın kahramanı Bihruz Bey, hayali bir aşkı, Periveş Hanım’da somutlaştırmaya çalışır.
Zemzeme
Eski edebiyat yanlısı Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem’in tartışmaları ünlüdür. Mahmut Ekrem’in “Zemzeme”sine karşılık, Muallim Naci “Demdeme”yi yazmıştır.
ABDÜLHAK HAMİT TARHAN (1852 – 1937)
Abdülhak Hamit Tarhan, modern edebiyatımızın kurucularındandır. Kendinden önceki Tanzimatçıların getirdiği görüşleri, yenilikleri çok daha ileriye götürür.
Tanzimat şiirine biçim ve içerik yönünden yenilikler getiren asil şair Abdülhak Hamit’tir.
“Şair-i Âzâm” olarak bilinir. Şiire eski tarz denemelerle başlar ancak bu şiirlerini kitaplarına almaz.
Batı şiirinde gördüğü her yeniliği Türk şiirine getirmiş, böylece divan şiiri geleneğine son vermiştir.
Divan şiirinin nazım biçimlerini kullanmamıştır. Şiirde vezin, kafiye ve dile önem vermemiştir.
Bazen anlaşılır, bazen ağır bir dil kullanmıştır.
Abdülhak Hamit, hece veznini birkaç eserinde dener. Hece veznini duraksız kullanır.
Ahenkli ve müzikal değeri olduğu için daha çok, aruzu tercih eder. Şiirlerinde ağır bir dil kullanır.
Türk dilinden ve halkından uzak bir edebiyat adamı anlayışı sergiler. Adeta bir salon edebiyatı oluşturur.
Romantizmin etkisinde olan şairin şiirlerinde coşkun bir lirizm vardır. Şiirlerinde tabiat, hayat, ölüm, insanlık gibi konuları ele almıştır.
Söyleyişte tezat, Abdülhak Hamit’in en önemli özelliğidir. Görünende görünmeyeni arar, fizik âlemle değil, metafizik âlemle ilgilenir.
Yüce duyguları, büyük düşünceleri anlatabilmek için dil kurallarını kimi zaman zevksizliğe düşürecek kadar zorlar.
Heceyi, serbesti, kafiyesizi, her türlü nazım şeklini deneyen şair, bazen şiiri oyunlaştırır, bazen oyunu şiirleştirir. Onda vezin, kafiye, dil endişesi ikinci planda yer alır.
Şiirlerinin birçok mısrasında şiiriyetin aşırılığına kaçar, kimi zaman da sıradan mısralar yazar. Bu tezat, onun şiir, tiyatro ve nesirlerinde sık sık görülür.
Abdülhak Hamit, şiiri: “En güzel, en büyük, en doğru şiir dehşet verici bir gerçeğin baskısı altında hiçbir şey söyleyememektir. İnsan bazı kerre, hatırına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar güzeldir.
Zihinde uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan bir hissi bulamaz, o kadar derindir. Bir acz İle feryat koparır yahut pek karanlık bir şeyler söyler yahut hiçbir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer, bunlar şiirdir.” sözleriyle açıklar.
Tiyatrolarında çoğunlukla tarihi konuları ele alır. Türk, Arap, Yunan, Asur ve Osmanlı tarihinden aldığı konuları anlattığı tiyatrolarının bazılarını manzum, bazılarını nesir, bazılarını nazım-nesir karışık olarak kaleme alır.
Oynanmak için değil okunmak için tiyatro yazdığı için sahne tekniğine önem vermez.
Eserleri:
Şiir: Makber, Sahra, Belde, Bâlâdan Bir Ses, Ölü, Hacle, Divaneliklerim, Validem, Tayflar Geçidi
Tİyatro: Macera-yı Aşk, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Tarık, Nesteren, Eşber, Finten, Sardanapal
Makber
Abdülhak Hamit Tarhan’ın en ünlü şiirlerindendir. Şair, bu şiiri çok sevdiği karısının ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirmek için yazmıştır. Makber adlı şiir kitabında sanat değeri yüksek şiirler bulunmaktadır.
Sahra
Edebiyatımızdaki ilk pastoral şiir örneklerinin yer aldığı bu şiir kitabı serbest tarzda yazılan şiirlerden oluşmaktadır.
Belde
Abdülhak Hamit’in bu şiir kitabında kimi şiirlerini Batı şiiri nazım biçimleriyle yazmıştır. Hatta dizelerde yer yer Fransızca sözcüklere de rastlanmaktadır. Bu şiir kitabındaki kimi şiirlerin serbest ölçüyle yazıldığı görülmektedir.
Macera-yı Aşk
Yazarın, ilk tiyatro eseridir. Dört perdelik bir oyundur.
SAMİ PAŞAZADE SEZAİ (1860 – 1936)
Tanzimat Edebiyatı’nın hikâye ve roman yazarıdır.
Hikâye, roman, sohbet, gezi, makale türünde eserler verir.
Edebiyatımıza ilk küçük hikâyeyi o getirmiştir. Hikâye ve romanlarında, halkın içinden kahramanları, kendi dilleri, çevreleri ve günlük yaşamlarıyla yansıtmıştır.
Namık Kemal’e hayranlığı, nesirde onun üslubunu benimsemesine neden olur. Ancak zamanla bu etkiden uzaklaşır, kendi üslubunu bulur.
Üslubun ele alınan konuya göre değişkenlik gösterdiğine inanır Sami Paşazade Sezai, kısa hikâyenin kurucusu sayılır.
En küçük şeylerin bile hikâye konusu olabileceğini savunur. Onun kısa hikâyeleri, küçük olayları konu edinmesi, hayatı ve insanları anlatması bakımından önemlidir. Bu yönüyle kısa hikâye alanında gerçekçi akımın öncülerinden sayılır.
Hikâyelerinde romanlarından daha güçlü bir teknik vardır.
Küçük, önemsiz, şaşırtıcı konuları, olmuş olması mümkün olayları, ruh çözümlemeleriyle, doğal ve günlük konuşma diliyle işler.
Şiirlerinde romantizmin, roman ve hikâyelerinde realizmin etkisi görülür.
Eserleri:
Roman: Sergüzeşt
Hikâye: Küçük Şeyler
Tiyatro: Şîr (Piyes)
Hatıra: İclal
Sergüzeşt
Bu roman, Türk romancılığında yeni bir akımın öncüsü gibidir. Yöresel gerçeklerden kaynaklanarak evrensele açılan bir nitelik taşır. Toplumcu bir gözlemle köleliğin tüm acılarını esir kız Dilber’le birlikte okura da hissettirir. Romanda Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul’a getirilen dokuz yaşlarında güzel bir Çerkez kızı olan Dilber’in yaşadığı sıkıntılar anlatılır.
Küçük Şeyler
Sami Paşazade Sezai’nin hikâyelerinin bulunduğu bu eser edebiyatımızdaki küçük hikâye türünün ilk örneği sayılır.
MUALLİM NACİ (1850 – 1893)
Tanzimat Edebiyatı’nın önemli şairlerdendir.
Eski edebiyat geleneğine bağlı olan Muallim Naci, eski edebiyat-yeni edebiyat tartışmasında eski edebiyatı benimseyenlerin öncüsü olarak görülür.
Muallim Naci, edebiyatımızdaki aşırı değişme dönemi içerişinde, tutumu iyi anlaşılmamış, yeni sanata düşman, eskiye sıkı sıkıya bağlı olarak görülmüştür.
Onun, eski edebiyata bağlılığı, körü körüne bir bağlılık değildir. Şiirde eskiye bağlı kalarak yenilik yapma düşüncesindedir.
Muallim Naci, “göz için kafiye” ilkesini benimser ve bu konuda Recaizade Mahmut Ekrem’le yaptığı tartışmalar ünlüdür.
Recaizade Mahmut’un “Zemzeme”sine karşılık “Demdeme”yi kaleme almıştır.
Muallim Naci, divan şiirinin etkisiyle yazdığı şiirlerinde Nedim ile Nabi’nin etkisindedir. Ancak yeniliklere de açıktır.
Divan şiirini beğenmesine karşın onu gerçekçi olmadığı için eleştirir. Bu yüzden de birçok şiirinde gerçekçi tabiat tasvirlerine yer verir.
Eski şiirin savunucusu olarak ünlenmesine karşın Batılı şiir tarzında da başarılı şiirler yazar.
Aruzu kusursuz olarak Türkçeye uygular. Veznin ve kafiyenin, şiirin çekiciliğini artıran bir süs olduğunu belirterek bu unsurları kullanmanın mecburi olmadığını dile getirir. Buna rağmen şiirde vezin ve kafiyeyi başarıyla kullanır.
Türkçenin kısa heceleri, ilk olarak Muallim Naci ile uzamaya başlar. Eski şiirin tadını duyan şair, mısralarını aksamayan güzel seslerle süsler.
Onun Türkçe söyleyişteki etkin gücü, kendisinden sonra gelen Tevfik Fikret ve Mehmet Akif üzerinde etkisini gösterir. Bunu Mehmet Akif: “Naci olmasaydı, Fikret de ben de olmazdık.” sözüyle açıklar.
Muallim Naci’nin şiir dili, Türkçe sözcüklere yer verişi yönünden döneminin şairlerinden daha ileri düzeydedir.
Muallim Naci’nin şairliğinin yanında, yazarlığı da önemlidir.
Nesirleri yeni, sade ve düzgündür. Sade, basit ve konuşma diliyle yazı dili arasındaki ikiliği ortadan kaldırmaya çalışır. Nesir alanında güzel örnekler verir.
Şiirin yanında eleştiri, anı, tiyatro, tarih, sözlük, edebiyat bilgileri alanında eserler vermiştir. Arapça, Farsça ve Fransızcadan çeviriler yapmıştır.
Eserleri:
Şiir: Ateşpâre, Şerâre, Fürûzan
Eleştiri: Demdeme (Şiir-eleştiri),
Düzyazı: İstilahat-ı Edebiyye (Edebi Bilgiler)
Sözlük: Lugat-ı Nacı
NABİZADE NAZIM (1862 – 1893)
Tanzimat dönemi hikâye ve romancılarındandır. Eserlerinde realizm ve natüralizmin etkisi görülür. Edebiyat yaşamına şiirle başlayan sanatçı, daha sonra roman ve hikâyeleriyle adından söz ettirir.
Asıl başarısını da roman ve hikâyede gösterir. Nabizade Nazım, “Şairiyet” adlı makalesinde şiirle ilgili düşüncelerini ortaya koyar.
O, gerçekçi şiire ilgi duyar. Şiirin okuyucuya hem zevk hem ders vermesini, yararlı olmasını ve gerçekleri dile getirmesini ister.
Gerçek şiirin bu şekilde yazılabileceğini düşünür. Şiirde, söz sanatlarına, gerçekliği örselemeyecek biçimde yer verilebileceğine inanır.
Nabizade Nazım, şiirleriyle değil roman ve hikâyeleriyle öne çıkar. Roman ve hikâyelerinde gerçekçiliğe bağlı kalır. Yazar, hikâyeyi romanın özeti olarak kabul eder.
Ona göre hikâye ayrıntıya girmez, yalnız olay anlatır. Hikâyede mitolojiye, efsaneye yer verilmesini doğru bulmaz, doğallık ve sadelik arar.
Anlatımında bir sadelik ve samimiyet vardır. Konularını gerçek yaşamdan seçer. Çevreyi ve insanları nesnel bir bakış açısıyla gözlemleyerek anlatır.
Edebiyatımızda köy yaşamını işleyen ilk romancıdır. Eserlerinde yalın ve anlaşılır bir dil kullanır.
Eserleri:
Roman: Karabibik, Zehra
Hikâye: Zavallı Kız, Bir Hatıra, Yadigârlarım, Sevda, Hâlâ Güzel
Karabibik
Edebiyatımızdaki ilk köy romanıdır. Edebiyatımızda realizmin başarılı örnekleri arasında yer alır. Bu roman uzun hikâye özelliği de gösterir. Olay Antalya’nın bir köyünde geçer. Nabizade Nazım bu romanında, Antalya’nın Kaş ilçesinin Beymelik köyünde, babasından kalma tarlanın dört dönümünü komşusuna satan Karabibik’in, kalan sekiz dönümü de Yosturoğlu’na kaptırmamak için ortaya koyduğu çabayı dile getirir.
Zehra
İstanbul’da yaşayan bir Türk ailesini anlatan bu romanda psikolojik tahliller ağır basar. Romandaki kişilerin betimlenmesi ve çözümlenmesi oldukça başarılıdır. Zengin bir ailenin kızı olan Zehra, küçük yaşta annesini yitirdiğinden sevgi ve şefkatten yoksun yetişir. Bu yüzden sinirli, kıskanç ve geçimsizdir. Babası, büyüyünce Zehra’yı yanında kâtip olarak çalıştırdığı Suphi ile evlendirir. Zehra, kocasıyla bir süre iyi geçinir fakat eski sinirli ve kıskanç hali depreşir. Kocasını herkesten kıskanır. Kocası da bu durumdan çok rahatsızdır…
Hazırlayan: Yılmaz AYDIN